Vefasızlık, bazen bir şehre siner; insan tek tek masumdur ama topluca sınavdan kalırlar.
Hakikate Adanmış Hayat’ı almak nasip, okuyup anlamak ise kapasite gerektirir. Hatıralarını anlattığı memleketi Trabzon… Onlarca arkadaş belki onlarca defa dinledi. Ses kayıtlarını dinliyorum, hepsinin sesi duyuluyor. Hocamın anlattıklarına eşlik ediyorlar. Dinleseniz hayret edersiniz. Belki bir gün dinletirim. Neyse.
Bu ilde bir kişi kitap istemedi. Her il seçimlerde liderine sahip çıkar, bu il istisna. Çıkmadı. Şimdi tanıyanlar, yanında olanlar için kitap turnusol oldu. Hatıraları birlikte dinlediğimiz onca insandan biri arayıp da “kitap çıktı, hayırlı olsun” demedi, kitap istemedi. Ne demeli?
Bir gün bana, “a benim kafasız oğlum, ben sana kaç defa anlatacağım, bu şehir köken olarak yüzde 60 Rum, yüzde 40 Ermeni diyorum, anlamıyorsun” demişti. Şimdi anladım hocam, ne dediğinizi! Amcası Ali amca da “Biz buralı değiliz, biz Horasan’dan geldik, burası bizi hiç sevmedi” dediğini yine hatıralarında ifade etmişti. Trabzon’dan ve Trabzonludan özür dileyerek ifade etmeye çalışıyorum. Tabii ki herkes aynı değil.
Ben milli şuurun kötü olduğunu düşünmüyorum, sadece perdeleme ve saklama söz konusu. Hocamınki de sitemden başka bir şey değil, ayrı konu. Ancak ben sitem etmeyeceğim, gerçeği ifade edeceğim: Prof. Dr. Haydar Baş burada yatıyor. O kadar memleketini severdi. Bu şehirden onu tanıyan, bilen, hatıralarını anlatırken çaylarını yudumlayan hiç ama hiç kimse kitap istemedi. Bir Allah kulu, “Haydar Baş’ın hayatını anlatan eseri istiyorum, adresim şudur, gönder” demedi.
İyi mi?
Musa abi, kına göndereceğim sana! Başardın. Artık seni, iyi bir yere getirirler. Benle atışan koltuğu kapıyor. İstersen Kamil’e sor!
Sen düşün neden kabrine gidemediğini. Hiçbirinizi Haydar Hoca istemiyor. Kabrine gidemediğiniz gibi hayatını da okuyamıyorsunuz. Çünkü o istemiyor. Ayrıca mutlu olabilirsiniz, engelleme başarınızla! Çocuklarınız, torunlarınız Haydar Baş’ın hayatını değil de, başka hayatları okurlar artık. Belki tavla oynadığınız Mustafa Sandal’ın hayatını okurlar. Bunun müsebbibi sizlersiniz.
Ben görevimi yaptım. Kimseye “kitap al” demedim. Herkesi kendi haline bıraktım, bakalım kim isteyecek. İmtihan mı ediyorum? Hâşâ… Bir yabancı bu kitabı yazsaydı eminim almak için sıraya girerlerdi. Ben yazdım ya, bana takıldılar. İmtihan işte. Mübarek hayatta iken de hep böyle imtihan ederdi.
Ne yapalım, bu hata da Haydar Hoca’nın! “Sen yazacaksın” dedi başka bir şey demedi. Üşenmedi, anlattı hatıralarını günlerce. Sadece kendini de değil Atatürk için de bir senaryo yaz dedi. Bak, CHP’lilere sitem etmeyeceğim, “neden Atatürk’e ilgisizsiniz” diye. CHP’den Atatürk, BTP’den Haydar Baş yok artık, bunu yaşayarak görüyoruz çünkü.
Biri yeni CHP, diğeri yeni BTP ve AKP’nin yeni Türkiye’si… Elin yabancısı kitabı paylaşıyor, BTP’yi ve başkanını etiketliyor, sanıyorlar ki Hakikate Adanmış Hayat’ı okuyacaklar. Kaç CHP’li Nutuk’u okuyor ki, BTP’li de Haydar Baş’ı okusun? Atatürk de Nutuk’u hayatta iken yazdı. Ahmet Kayhan Dede “Atatürk’ün Nutku’nu okursanız evliya olduğunu görürsünüz” demiştir. Haydar Baş’ı gördükleri halde, kerametleri sosyal medyada dolaşırken, evliya olduğuna inanmamış, görmemişlere Yusuf Karaca mı inandırıp gösterecek?
Saman pazarında altın satılmaz. Ve hiçbir kuyumcu “altın” diye bağırmaz. Altının değeri var çünkü. Ben de altın gibi bir kitaba sahibim. Değeri içinde gizli. Ben bu kitapta öyle bir değeri anlatıyorum ki, onu ancak anlayanlar ister. Nitekim benden kitap isteyen bazılarına, kitap vermedim. Onlar kendilerini bilirler. Bazı il başkanlarına da, teşkilat görevlilerine de, istedikleri halde vermedim. Fakat onlar Trabzonlu değillerdi. Trabzon çok temiz, maşallah! Hiç isteyen olmadı. Trabzon’dan kastım Akçaabat, haberiniz olsun. Hocamın her gün evinde gezen zevattan bahsediyorum.
“Arkadaş, sen de isteyene vermezsin, istemediler diye kızarsın” diyebilirsiniz. Haklısınız! Beni kahreden Haydar Hoca’ya olan nankörlük, vefasızlık… “Bana inanmıyorsunuz” derdi de, inanmayanları kendi dışımızda arardık. Yok, hepsi içimizdeymiş. “Bir gülün etrafı dikendir, hardır” denir ya… Ne dikeni kardeşim, gülün etrafı jiletli telmiş!
İmam Musa’ya çok taraftarınız var mı diye soruyorlar. “İki elin parmakları kadar değiliz” cevabını veriyor. Hakikat böyle bir şey… Bugün bir okurum, “Bu kitap çok farklı bir frekansta yazılmış” diye yazıyor. Evet, farkındayım dedim. Bunu sen anladın ama yanındakiler anlamadı. Hocama bir gün demiştim: “Hocam, bize kim dua etmiş sizi bulmuşuz, size kim beddua etmiş bizi bulmuşsunuz.” Çok gülmüştü.
Şu kadarını söyleyeyim: Bu can tende olduğu müddetçe Haydar Baş’ı yazmaya, konuşmaya devam edeceğim. Yakında ikinci eserimi basacağım inşallah. Bugün, hocamın emri olduğu halde “bu kitabı okumayın” diye mesajlar atanlar, alıp okuyanların kafalarını karıştıranlar… Yarın çocuklarının ve torunlarının kimleri takip ettiklerini gördüklerinde, beni hatırlasınlar.
Ben yazdığıma okur bulurum. Ama sizler çocuklarınıza doğru bir istikamet bulamayacaksınız. Her hareket, fikir ile genişler ve büyür, kalem ile yayılır. Fikirlerin yazılması ve okunmasıyla davalar yaşar. İster hak olsun, ister batıl… Fikirsiz, amaçsız, idealsiz hareketler ölmeye, yok olmaya veya başka hareketlerin kuyrukları olmaya mahkûmdurlar. Baş iken kuyruk olmak da bir tercihtir. Zillet de bir tercihtir. Amaçsızlık, şahsiyetsizlik de bir çizgidir ama yuvarlak çizgidir.
Son bir not: Terbiyeli olana lafım yok, terbiyesiz olana da merhametim yok. Kalemimin iki ucu var: biri kâğıda, diğeri hadsize batar. Bu böyle biline… Eskinin hatırına cevap verip geçiyorum. Yazdığımı bazen silmem, bundandır. Kibarlığımı zayıflık olarak algılamasın kimse. Ben kalbime göre iş yaparım. Ne fazla, ne eksik…
