Kendilerini Amerikan İslam’ını (Ilımlı İslam’ı) anlatmaya memur hisseden, yerli Amerikan Aziz’leri Ğayındır… İçinde peygamberin çekip çıkarıldığı, postacı gibi mesajını bırakıp giden bir zat olarak tanıtıldığı, şefaat ve vesilenin yok sayıldığı bir İslam, Allah’ın dini değildir.
El-Kaide, El-Cezire gibi el ile başlayan Amerikan patentli örgütleri ve televizyonları biliyorduk ama ‘ul’ ile başlayan azizleri bilmiyorduk. Aziz’ler çeşitli kanallarda arzı endam etmekte, asabi ve kara nursuz suratları ile İslamcılık taslamaktalar.
Allah, isteyenin istediği dinde olması gibi bir hürriyeti bahşetmişken, bunların kendilerini gizleyerek Müslümanların içinde dolaşmaları ve ahkâm kesip fetva vermeleri, Haçlı azizi oldukları halde, gizli vaftizleşmeleri El-ABD veya Ul-ABD olmaları başka türlü izah edilemez.
Kıymetli Murat Efir kardeşim bir arkadaşıyla kaza namazı konusunda fetva sormaya gidiyorlar. Verdikleri cevap, “İslam’da kaza namazı diye bir şey yoktur…” oluyor.
İnsan gidip de namazı Müslüman birine sorar, Hıristiyan bir azize sorar mı Allah aşkına? Bunlarınki de iş değil valla… Adam “Namaz yoktur” diyecek bulunduğu makam ve görev gereğince diyemiyor. Vaftizlik sırrını açığa vurmamak için…
Müslüman’ın hüsnü zan alışkanlığı bazen hinlikleri görmeyi geciktirir. Murat kardeşim de böylelikle vaftizli ilahiyatçıyı tanımış oluyordu…
ABD-ul-Aziz makamında olmak böyle bir şey… Kucağında olmak ise daha başka şey… Bu makamda “namaz, niyaz olmaz…” Bu makamda ancak ve ancak inkâr olur.
Vesileyi inkâr… Şefaati inkâr… Peygamberi inkâr… Evliya’yı inkâr… Zikri inkâr… Kaza namazını inkâr… Kandili inkâr… Miracı İnkâr… Nafile ibadeti inkâr… Orucu inkâr… Sahuru inkâr… Zekâtı İnkâr… Fitreyi inkâr… Kurbanı inkâr…
Geçen Amerikan bayraktarı Rumi bir ilahiyatçı ise, Arafat’ı inkâr ediyor. Zilhicce’nin dokuzuncu günü Arafat’ta olmak şart değilmiş… Amerika “Ocağın dokuzunda Beyaz Saray’da ol…” desin, yirmi gün önceden koşar yetişmek için, belki de parkta yatar…
Ama İslam’ın Allah’ı, Zilhicce’nin dokuzunda Hacı olmak için Müslümanların Arafat’ta olmasını şart koyduğu için, kudurur “Neidüğü belirsizler…”
Başka bir tanesi ise hanımların özel günlerinde namaz kılıp oruç tutabileceğini hatta Kur’an okunacağını zırvalıyor. Bunların kendileri gibi isim ve soy isimleri de özenle seçilmiş… İslam ile başlar Türk’le biter… Ama hepsi gizli Hıristiyan veya azınlıkçı, hatta vaftizli ilahiyatçı…
Bu faaliyetler neden mi yapılıyor?
Neden yapıldığını, misyoner teşkilatı başkanı Louis Massignon misyonerler toplantısında yaptığı bir konuşma da (Su dergisi 3.Sayı Mayıs-Haziran 2005) şöyle anlatıyor:
“Müslümanların her şeyini kendilerinden sandıkları ilahiyatçılarla bozduk, yok ettik. Dinleri, inançları, dine bağlılıkları ve insani duyguları yok oldu. Onların milli ve manevi değerlerini, batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı, Kur’an öğrenmeyi “suç ve gericilik” olarak göstermeyi başardık.
Artık çoğu hiçbir şeye tam olarak inanmıyor. 14 asırlık dinlerini, itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hale getirdik! Onları derin boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolay oldu! Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışı imkânı, hatta cinselliği kullanarak Müslümanları Hıristiyan yapınız.”
Papalığın üçüncü bin yılda Ortadoğu’yu Hıristiyan etme misyonuna, “hizmet” eden kiralık Ğayınlara dikkat etmek dini ve milli bütünlüğümüzün gereğidir.
Biz bir kişiden bahsetmiyoruz, küresel vaftizliği “hizmet” olarak algılayan herkesi kastediyoruz.NOT: “Ğayındır” yöresel bir ifade olup, “Haindir” anlamındadır, kimse başka bir anlam yüklemesin…