Geçen hafta Trabzon'da düzenlenen Öğüt gecesinde, gerçekten alınacak çok öğütler vardı. Hacı Mustafa Hayri Öğüt hazretlerini anma gecesiydi. Bu vesile ile O'nun mübarek dost ve misafirlerinin de anıldığı çok feyizli bir geceye dönüştü
Yunus Emre Hazretleri henüz gencecik bir delikanlı iken, kıtlık olur. Ankara'da Hacı Bayramı Veli hazretleri buğday satıyormuş. Yunus'ta buğday satın almaya gitmiş
Hacı Bayramı Veli, Yunus'un manevi geleceğini görüyor. Ona takılıyor "Evlat ne istersin?" Yunus "buğday efendim" der. Hazret "Buğday yerine nefes istemez misin?" buyurur. Yunus olumsuz cevap verir. Buğdaya ihtiyacı olduğundan
Yunus Emre, her şeyden habersiz buğday çuvallarını yükleyip uzaklaşır. Yolda aklına gelir ve kendi kendine sorar "acaba nefes mi isteseydim, nefes nedir ki?" diye. İçini kurcalayan bu soru ile tekrar döner. Hacı Bayram "Evlat ne istiyorsun?" buyurur. Yunus "Buğdaylarını al, ben nefes istiyorum efendim" der. Hacı Bayram "Evlat nefes o zamandı, geçti" der. Sonra ekler "Senin nasibin artık Tap tuğ'un kapısında, git ondan iste." Yunus gönlüne düşen ateşin peşinden giderek, tam kırk yıl o kapıya odun taşımıştır. Hem de düz odunları
Şimdi Hayri Baba'nın kapısına, kırk yıla yakın bir süre insan taşıyan Celal Mısır, Ali Gedik, Baki Bektaş Hocalarımız çağın Yunuslarıydılar. İnsanları o kapıya öğrenci yapmak için
İnsan olma kapısına taşıdılar. Eğriliklerimizi gizlediler ve kefil oldular düzelteceğimize
Odun gibi düzelmediğimiz zamanlarda ise, bizler için tap tuğ'un Hızarına feda ettiler kendilerini. Bu gün o kadar hasretle ve ihtiyaçla kendilerini aramaktayız ki
İnsan onların omuzlarına başını koyup ağlayabiliyordu. Dertlerimizi ve sorunlarımızı tüm mahremleriyle aktarabiliyorduk. Gördüğümüzde imanımız artıyor, gönlümüz açılıyordu. Korkulara kapılıp, kalplerimiz kararmıyordu. Ellerinden ve dillerinden yüzde yüz emin olunan gerçek müminlerdi onlar. Prof. Dr. Haydar Baş hocamıza gönülleri taşımaları ve yaklaştırmaları onların ana görevleriydi. Onlar hocamızın; Celal agası, Ali abisi ve Baki Hocasıydılar. Keramet ehli insanlardı. Benim yükseklik korkum vardı. Uçaktayız Baki Hocamla birlikte, Malatya'ya gidiyorum. Uçak yükseldikten sonra, beni bir telaş aldı, korkudan titriyorum "Ne oluyor yeğenim" dedi. "Hocam sallanıyoruz" dedim. Baki Hoca "Uçuyoruz oğlum elbette sallanacağız"
Sonra okudu ve yüzüme üfledi. O gün bugün uçak korkusu nedir, bilmiyorum. Celal Hocam, Elazığ da Ömer Hüdai Baba türbesi var. Ben öğrenci iken türbe inşaatını takip etmemi istedi. Ben de tamam dedim ama içimden bir şey uydurup sıyrılmayı düşünüyordum. Çünkü insanlar ziyarete geliyor, beni dilenci sanırlar diye, gururuma yediremiyordum. Genç yaşta türbede beklemeyi
Akşam yatarken, "yarın telefon edip ne gerekçe uydurayım" diye düşündüm. Rüyamda, Celal Hoca askeri bir üniforma giymiş ve beni Hz. Hasan efendimizin türbesine götürüyor. Gittiğimizde bu türbenin Ömer Hüdai Baba türbesi olduğunu gördüm. Uyandım ve çok utandım kendisini arayarak türbede hemen işe başladığımı haber verince "Oğlum niye acele ediyorsun, seni isteksiz görmüştüm yoksa rüya mı gördün" dedi. Ali Hocam ehli-keşif bir insandı. Kalpte geçen çok şeyi fark eder, ama insanın asla yüzüne vurmazdı. Şakalaştığımız zamanlar hocamız olduğunu unutur, gülmekten kırılırdık. "Yavri yavri" türküsünü söylediği zaman "Sen efendi ol, ben kapında kulun olim" kısmına geldiği an, O artık orda değil, kapıda
Güneşi ile bütünleşmiş ve onda yok olmuş ve kendinden geçmiş. Bu dostlar Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın etrafında dönen yıldızlardı. Işıklarını Baş'tan alan ve bize yansıtan yıldızlar. Allah şefaatlerini nasip eylesin
Işıklarını Baş'tan alan yıldızlar